Sen belki de bugün Neşet Ertaş'a içtin. Sahi sen içmezsin ama öyle bir havan vardır hep..Değişik, düşünceli ve düşsüzlüğe düşmüşçesine çaresiz. Güzeldin işte ardıç kuşu, herkese herşeye merhamet edebilirdi yüreğin, bir mavi özlem gizleyip dilinin yutağına bağlandığı yere, yutkunurdun dişlerini sıkarak. Biliyorum, yine en çok anneni özledin bugün.Çünkü her yeni kuracağın iş için gözünü kırpmadan varını yoğunu, bir kaç çift bileziğini ortaya koymaya hazırdır annen.. "Bileziklerimi vereyim oğul sıkışıklığın var ise" deyiverir. Bilezik bir simgedir, aslında üç beş çift altın bilezik değildir sana sunulan ardıç kuşum, annenin genç kızlığı, gelinliği, beline bağladığı al, kocasından dahi sakındığı birikimi, varı yoğu, yalnızlığı, direnişi, evden kaçmak istediğinde tutunduğu umududur sunulan.. Kolunda yıllardır öylece duran..En manevisi ve en maddisi, hayatın kendisidir oğul için ortaya dökülüverecek olan.. Haliyle en çok annenin sesini özledin. Sıcacık, sade, herşeye iyi gelen sesini. O öylece mutfakta birşeyler yaparken, hiçbir tasanı bilmeksizin, sana anlattıkça yumuşatır ruhunu, bir güzel çaredir anne sesi ki.. O sebepten elbette en çok anneni özlemektesin, özleyeceksin..Sonra beni. Bir derin duama sakladığım yerde hissettin seni düşünmekte olduğumu. Bir orman sessizliği ürpertisi ve merakı, aynı zamanda da kulağına su kaçmış hissi yarattı beni özlemek sende, hem rahatsızlık, hem boş vermişlik..Üzerinde durmaktan korktun bu duygunun. Öldüğü için Neşet Ertaş'ı özledin sonra. Sanki her gün beraberdin rahmetli ile, değildin elbette, lakin yaşadığını bilmek güç veriyor insana bazılarının. Orada öylece, sadece senin için varmış gibi oluyorlar. Özel hissettiriyorlar. Ben hayatımda iki ünlü öldüğünde çok üzüldüm, biri Barış Manço, diğeri Michael Jackson. Biraz da Amy Winehouse. Sanırım Amy'ye acıdım daha çok.Barış Manço'ya öyle üzüldüm öyle üzüldüm ki..O zaman babanemle kalırdım, onun evinin arkası portakal bahçesiydi. Portakal bahçesinin de ortasında bir su kuyusu vardı, dört mevsim mis gibi nane kokardı o kuyudan bahçeye doğru. Özellikle sabah kahvaltılarına kıymalı tarhana pişireceği vakit, ben gider hızlı hızlı yolardım iki tutam. Ellerime sinerdi nane. Şimdi düşünmek dahi içimi ferahlattı. Zaman zaman da beraber gider demetlerce nane toplardık, eve getirip damda gazete kağıtlarının ya da keten çuvalların üstünde kuruturduk.. O su kuyusunun yeri çok derindir bende. Zira kendisi de derin ve dev ağızlı geniş bir şeydir.Neyi kaybetsek, babaannem elimden tutar kuyunun başına, kaybımızı aramaya giderdi. İlkin kedisi kaybolduğunda o kuyuya düştü mü diye bakmaya gittiydik. Süt annem ala keçinin sarı yavrusunu da kuyuda aradık. Sonra bir gün halam kaybolmuştu gece vakti ve biz babanemin bir elinde çıra, bir elinde benim tombul elim kuyuya gittik. Gece yarısı uzun uzun baktık kuyuya çıranın ışığında.Halam düşmüş mü diye.. Sonra Barış Abi öldüğünde ben çok üzüldüm, çünkü artık onu bir daha göremeyeceğimi düşündüm. O zamanlar bir çocuk programı yapıyordu ve ağzım kulaklarımda onu izlemeye bayılırdım. Belki de köydeki sade yaşamıma dünyalı arkadaşlar getiren biriydi o .. Gerçekten travma derecesinde üzüldüm. Rüyamda bizim kuyuya düştüğünü ve dumanlar arasından şarkı söyleye söyleye çıktığını gördüm.. Sabah ilk iş babaneme gitmek oldu. "Kuyuya gidip bir baksak babannecim?" Hiçbir zaman hiçbir koşulda beni kırmayan güzel yörük kızı tuttu elimden kuyuya Barış Manço'yu aramaya gittik.. Yumuş yumuş buruş buruş elleri dünyamı anlamaya fazlasıyla yeterdi, o dokununca güzelleşir, büyür, küçülür bambaşka bir şey olurdum. Sonra sonra öğrendim ki dünyada bizim su kuyusundan çok daha derin bir çukur var. Mezar. Ölmek de yaşamak kadar normal. Ama dilersen, sen yarın yine de bir babaneme uğra. Gece vakti elinizde çıra ile bir bakın kuyuya. Belki oradadır büyük usta. Özlemlere ölümcül bir türkü yükselir bir ihtimal bizim kuyudan ve su serpilir kayıplarına. "Yalan Dünya". Sadece bir selam kadar uğra bahçemize, uğra ki yeşillensin nane yapraklarımız mevsimli mevsimsiz, ferahlasın dinginleşsin karmaşan, kavgan. Yolun açık, gökyüzün hep mavilik, masmavilik olsun ardıç kuşum. Allah selamet versin.
25 Eylül 2017 Pazartesi
Şifa
..."Seni dağladılar değil mi kalbim "... Bilimsel bir bulgusu yok bu hissizliğinin.. Kutsal kaybı olanlar gelin. Size yeni şeyler diyeceğim. Evet seni çok dağladılar kalbim, içine bir dağ koydular, göçmen kuşların uğramadığı, yeşili az, yolu yaman, gölü kurbağasız, dalı çiçeksiz. Dağlandın. Sahi dağlanmak öyle birşey değil, değil mi kalbim. Kızgın demirle köreltmek, köreltebilmek, en gören yanı. Karartmak akça pakça olanı. Sükût ikrardan gelir değil mi kalbim, ondan suskunsun, bir davete zarif bir rıza seninki sanki.. Dilin lâl, emsalin yağmur.. Hadi bir gayret, son bir sancı, dayan az kaldı! Kalbim! Göz damlası damlatmayı bilirim fakat göz merhemi hiç sürmedim. İstersen deneyelim. Bir açsan diyorum gözlerini. Dağlanmış gözlerini. İyileştirebilsem seni.. Daha da yetiştirsem kendimi misal tıp bilsem biraz..Bir köy yeri şenliğini ezsem, taze badem çağlası püresine katsam, bütün o yaşanmışlıkların suyunu sıksam... Karıştırsam, karıştırsam.. Sonra havanda dövsem hayalleri, hiç benim değillermiş gibi. Küp küp doğrasam kırgınlıkları, bu karışımda biraz ele gelmeliler değil mi, başı akla, aklı başa sevk etmeli kırgınlık dediğin..İlk karışımı alsam kavanoza, içine ötekileri de katsam.. Karıştırsam karıştırsam..Ardından bir parça umut, bir parça kararlılık ve başarma arzusu tozu eklesem sırasıyla. Dimağından bir top karanfilin ya da bir dal dağ kekiğinin arıtsam zamanda hükmü en değerli şeyi, yani gayretimi.. İçine sindirsem tahta bir kaşıkla. Karıştırsam. Kapağını kapatsam kavanozun son gücümle. Çocuk sesinde ve de müzik notasında bekletsem bu karışımı bir kaç vakit .. Serin yerde saklasam husisiyetle.. Bıraksam demlense,dinlense..Fikrimce, yas yanıklarına ilaç, deva budur,kalbim, müsade et, sana süreyim.. Nezaketle ve zerafetle.. Her insan kendi panzehiri, ezdim kendimi.. Öğüttüm, dermana dönüştürdüm. Kalbim. Ben panzehrinim senin.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)