Değerlimis Dünya,
Seni, sinema gunlerinde, filmlerin gozune fener tutacak kadar cok seviyoruz. Beni esitler arasinda birinci yapsana. En birinci hep birinci.* primus inter pares. Tanriya da bu dilegimi bildirdim.
Seni, sinema gunlerinde, filmlerin gozune fener tutacak kadar cok seviyoruz. Beni esitler arasinda birinci yapsana. En birinci hep birinci.* primus inter pares. Tanriya da bu dilegimi bildirdim.
Ayrica b elirli günler ve
haftalar kapsamında, sevgi kolu olarak, sevgililer gününü kutluyoruz. Kutladık.
Kooperatifçilik
kolu gelemedi, biraz hasta onlar. Ekonomi o yüzden bozuk genel olarak, ama çok
üzülme tamam mı dünyacık,yakın zamanda üç beş import-export olayı olacak ve her
şey düzelecek. O da şırınga niyetine. O kadar acımaz bile. Sen yemene içmene
dikkat et. Ateşin var mı diye kontrol etmeyi isterdim ama ozon tabakasının delik
kısmına gelirse elim, cilt kanseri olabilirim. Evet, herkes kadar bencilim.
Eğme yüzünü hemen.
Öğrencilerim seni
seviyor, ben de seviyorum, çok. Aslında senden bir sürpriz bekliyorduk,
bulutlar yarılsın, yeryüzüne kalpçikler falan yağsın istedik o gün bütün
evrende, bütün kitaplar çiçek olsun, ders işleyemeyelim gibi kurgularımız vardı.
Kitaplar çiçek madem, dünyamızı güzelleştiriyor ya hani, yani en azından bir gün çiçek olsaydı. Olabilmez miydi
ki? Toplayıp hepsini, sınıf vazosuna ıslatacak ve kurtulacaktık! Oh be. Lakin olmadı işte. Bizi biraz kızdırdın
ama önemli değil. Çocuk kalbimiz, beklentiye girebilir, yapılmayınca kırılabilir,
sonra da affedebilir hemen. Seni seviyoruz. Kooperatifçilik kolu evde uyuyor ama
sevgi kolu burada.Evet, evet on numara.
Sen de bizi sev. E
mi?
Zaten toplamın bir sınıftan öte değil. Dün “as…
as” kalıbını öğrettikten sonra “as hungry as…”
yazıp tahtaya, tamamlamalarını istiyorum çocuklardan. Ve beklentim “ as
hungry as a wolf,as hungry as a bear, as hungry as a horse“ gibi örnekler
yönünde. Shaiban söz alıyor ilk ve “ as hungry as a human“diyor, ileride PDO’
da petrol mühendisi olarak çalışacak Shaiban, hedefi o ve insanlarınaçlığının
kurtlardan, ayılardan ve atlardan daha tehlikeli olduğunun ayrımına çoktan
varmış on yaşında. İkinci alıştırmamız “as free as…”. “as free as a bird, as
free as a unicorn “ vb. cevaplardan sonra “ as free as a stranger” cevabı geliyor Zahra’dan.
Sessiz, sakin dik başlı ve uysal gülüşlü, upuzun saçlı bir kızdır Zahra.
Poposunun üstüne kadar uzanır saçları. Bu coğrafyada hem kız çocukları hem de
erkek çocukları saçlı saçlı doğuyor ve gür, kalın telli oluyor saçları. Yumak yumak, babaanneme göre, üç örü çıkar bir kızın saçından. Ve yine babaanneme göre
her biri, bir ayrı tulu maya. ( tülü maya devenin en güzel yavrusu demekmiş).
İşte benim Zahra’m da öyle bir kız, özgürlük kavramına bakışı, yabancı kalmakla
yakından alakalı. Belki de çok haklı. En az Shaiban kadar haklı. İnsanlığın
akıl almaz açlığı karşısında, yabancı kalmak, özgür olabilmenin tek yolu. Zahra
hemşire olacak. Çok yardımcı fakat herkese hep yabancı..
Basmala var mesela, ben öğretmenler
odasında otururken kendiliğinden geliyor, oturduğum sandalyeye yaklaşıyor,ellerini
boynuma atıp, yanağımdan öpüyor. Kulaklarımda kulaklık, duymuyorum
yaklaştığını, dünyayla çok meşgulüm o sıra, haberleri izliyorum. Biz
yurt dışındakiler haberleri çok izleriz, hep izleriz, korkarız kopmaktan, bir
ayağımız dünyaya açılırken, dolaşmak isterken, diğeri ile orada öylece sabit kalmak, özümüze yakın olmak için. En çok
kendimize yardımcı, en çok kendimize yabancı… Bir de güldür güldür falan
severiz, memleketsi skeçleri taşıdıkça onlar, hem özler, hem güler ama yine de
pek dönmek istemeyiz. Gurbet kafası işte… Siyah zeytine düşkünlüğümüz artar,
onun değişik bir tadı var ya hani böyleacımsı gibi ve böyle aynı zamanda
memleketin değişik Ege ve Akdeniz kıyıları gibi. Ne kadar huzurlu olursak olalım,
bir an zeytin yemek isteriz, haberleri izlemek gibidir çünkü zeytin yemek,
siyah zeytin. Hatta kara zeytin, zeytinim. Eskiden ağzıma bile sürmezdim, alışkanlık değişir
mi, değişiyor. Coğrafyalar sadece saçları değil, duyguları da etkiliyor,tanımadığın fakat
bünyende barındırdığın hislerle tanıştırabiliyor seni. Çünkü onlar en canlılar, yaşam
halindeler, birçok şeyi barındırdıkları o habitata seni de dâhil ediveriyorlar.
Çöl kaygısının çocuklaşmış hali benim özlemimin adi ve yediğim siyah zeytinlerin çekirdeğini
burnuma kaçırıp, babamın boynunda ayaklarımı sallayarak girmek istiyorum en yakın sağlıkocağına.
En çok özlemem böyle işte
Basmala diyordum, yeşil gözlü güzelle rgüzeli Iraklı kız.
Ben silence diye çıkışınca sınıfın geneline, o arkadaşlarına dönüp, hep “bes sukut,
MS. bişey bişey bişey “ diye ellerini çocuklarına kızarcasına
yumurcak yumurcak tutar havada. O Ms. kısmına kadar olanı anlamaya yetiyor
sadece Arapçam şuan. Biraz iricedir Basmala diğer arkadaşlarına göre.İngilizcesi çok
iyidir, anaçtır, o kadar anaçtır ki saatlerce onaylık kardeşini anlatabilir. O
kadar anaçtır ki, saçlarımın bağlı kısmından aşağısına elleriyle dokunarak, ‘”nice
colour” der, her an dudaklarında koluma, saçıma, yüzüme yapışıverecek bir öpücük
gizlidir… Bazı çocuklar anne olarak doğuyorlar
bence, iyi ki varlar, şefkat mi akar bir kız çocuğundan, akarmış. Bazen bana acıyarak
(arkadaşları öfkelendirdiği için), bazen koruyarak, bazen de kızarak bakar, bütün duygularını gözlerinden
okursunuz, en çok onu seveyim ister, ilgi odağı diğer arkadaşları olduğu günler, değişik
ilgi isteme yöntemlerine gider, iftira da buna dâhildir. “ TEEECHAAR” diye bir bağırma sesi önce.
“ Yes, dear?”
“ Yes, dear?”
“ Diğer sınıftaki Diana’ya sarılmışsınız, o da
sizin kokuyor olduğunuzu söyledi, serviste.”
Ama nasıl olur, her sabah, her aksam yıkanırım
ben. Salatalıklı, bazen de bambulu roll-on falan da kullanırım. Parfümlerle aram
iyi sayılır, Allah Allah ya, havalardan mı ki.
Tabi bu ilk tepki
ve içimden. Zamanla tanıdıkça öğrencini,alışıyorsun, o hali bile sempatik
geliyor,yanaklarından bir küçük lokma alıp, en yakın kediye vermek istiyorsun.
“ Evet, parfümümü söylemiştir o, güzel
kokuyor da ” diyorum saçlarımı arkaya
atarak kendimi beğenmiş bir edayla. “hıh canim” dercesine.
Orada kafa öne eğiliyor ve inceden dudak altı
bir gülümseme. Dünyanın en anaç kızı… Sen ne güzelsin. Dördüncü sınıftasın. Gözlerin çok yeşil,
en güzel yeşil, Akdeniz ve Ege karışımı bir yeşil…Bahar. Cimen. Bahce. Yosun.
Sonra Abdullah’ım var bir de. Çok küfür
ediyor, Arapça, İngilizce, bütün dillerde küfür edebilme potansiyeline sahip. Çalıştığım
toplumda, büyüklerin bile neredeyse hiç küfür bilgisine sahip olmadığını gözlemlemişken,
bu çocuğun bu kadar küfür biliyor olması şaşırtıyordu beni. Mesela gecen gün top
fırlatarak bir kelime oyunu oynuyorduk, topu tutan kişi, bir önceki kişinin söylediği
kelimenin son harfi ile yeni bir kelime türetiyor. Top besinci seferde de ona atılmayınca, önce kafasını sıraya
koydu, sonra hiç kaldırmadı, sekizinci
defada top ona gittiğinde “ f.ck the game” deyip, topu yere çarpıp ağlamaya başladı
ve bir süre sakinleştiremedim. Rehberlik öğretmeni alıp sınıftan götürdü. Bu ilk değil,
buna benzer çok vakamız var. Abdullah’ın sorunu babanın onları terk edip gitmiş olması
temelde ve üzücü olan benim bunu bilmediğimi düşünüp, sürekli babayla ilgili hikâyeler
anlatma ihtiyacı. Annesi durumu benimle paylaştığından beri, ona hem ayrıcalıklı
hissettirmeye çalıştım hem de dış dünyaya biraz hazırlansın istedim, arkadaşlarıyla
dünya üzerinde eşit haklara ve ayrıcalıklara sahip olduğunu, dışlanma ya da
sevilmeme ihtimalinin varlığını ve bununla baş edip, en çok kendini kendinin
sevmesi gerektiğinin bilincinde olsun diye çabaladım, lakin ilgisizliği hissettiği
anda ya hırçınlaştı, ya kavga çıkardı, ya da üzerime lazer tutup, babasının
lazerini ona geri vermem için günlerce dil döktü.
Evet,dünya sen bir sınıfsın
ve biz de çocuklar. İlgi eksiği ve kıskançlık, iftiralara,küfürlere, kavgalara, hırçınlıklara
sebep olurken, insan açlığı önünü alamadığımız savaşlarla gösteriyor kendini. Yabancı
kalmak ve yardımcı olmak en güzel yöntem gibi görünse de, içe dönük, lakin kararlı
küçük bir kızın dünyasında, haberleri izlemek gerekiyor. Canını sıkmadan.
Dünya, her şey bu
kadar gerçek olamaz, öyleyse sen sorunlusun bizce, ya da fazla yaşadığıniçin
biraz kafan mı karışmış ne.
Yetilerin bizi kaçıracağı
kidnapli zamanlarda olacak elbette, gideceğiz Nanvi Dar’a, Himalayalar’ın tepesine. Bir de tepeden bakacağız, olan bitene. Zira içindeyken değerini bilemediğimiz
yahut farkına varamadığımız nice şey göreceğiz. Olumlu- olumsuz. Nanvi Dar’da Yeti
yavrularına zeytin yedirmek üzere.
Görüşürüz Dünya, en
çok seninle görüşeceğiz.Çıkışa gelsene. Şaka şaka. Eşitler arasında birinci
olabilmek umuduyla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder