“Hayatımızdaki en büyük güzellikler gözle görülmez ve kulakla işitilmez” der aşığı olduğum şehrin, aşığı olduğum edebiyatçısı…Selam Beyrut’a. Ve tabi ki Halil Cibran’a.
Elbette tercümesi yok, tercümanı yok. Radyoda sevdiğin şarkıya denk gelen sence, sırtında şeker taşıyan çekirgece, palamut kemirmeceli, eve sırtında buğday götürmeceli bir dil var.. Hepimizin anlayabildiği, hiçbirimizin adını koyamadığı alemci bir dili var alemin. Anlıyorum ama konuşamıyorumun sahici yanı. Alfabesi anlardan. Sesletimi henüz keşfedilmemiş, seyr-i semantik, akıcı bir dil. Hani biri sadece sana bakar ve sen onun ne demek istediğini anlarsın ya, bildin mi ? İçini bir sevinç kaplar, bir süre sonra, doğru çıkınca o anladığın şey. Ben biliyordum ! Biliyordum ki ben, tabi yaa, anlamıştım çoktan dersin..Yabancı dilde yeni öğrendiğin kelimeyi doğru yerde kullanmışçasına gurur duyarsın kendinle, o bakışta söyleneni yakaladığında. Kaygı, çekimserlik, incitmeme isteği, bazen baskı, bazen aşk, bazen de çaresizlik okursun gözlerden ve anlarla işlersin bu bilgiyi evrenin görünmez bilge zihnine. Ne kadar da kıymetlisin şimdi, dünyaya karşı gelen , korku saçan, yeşil dev canavara bir darbe de sen vurdun işte, güçlendik!! Sürümümüzde olan bir lügatın en sürükleyici hali üzerinde dönüyor dünya çünkü.Bir İngilizce öğretmeni olarak, iddiaya girerim ki bütün dünyanın ortak dili İngilizce falan değildir. Peki ya nedir?
Anlayıştır.
Ben seni, kaygını, korkunu, yasını, aşkını, yalnızlığını,sevincini anladım kardeşim.
Teşekkür ederim 🙏
Sen de beni anladın.
“Çölün ortasında yapayalnızken bile güzelliğin şarkısını söylerseniz, mutlaka dinleyiciniz olacaktır.”
Anlaştık biz.
Artık bir sırrımız var canımın kapısı.
Konuş, anlat deseler de kelimelere dökülemeyecek bir sır.
Çünkü bu sadece iki insana ait ve o ana ait iletişim özeli.
Ne o zaman gelecek bir daha, ne de o anki sen. Ne de o anki ben.
Bence empiricistler haklı, bir nehirde iki kere çimilmez. Ne nehrin suyu aynıdır ne de yünen (yıkanan) kişi.
Zaman akışı içinde bir an bakıp da birbirimize, yakaladık yakaladık, yoksa geçmiş olsun.
Deli akar, nehir bakar gari. Nehir niye baksın deliliğimize, sen bak bana, ben bakayım sana, anlaşabiliriz, bir yolu vardır mutlaka konuşmaktan başka.
Ben seni gördüm, bildim, olduğun gibi çok sevdim.
Sen de beni anladın, dinledin, hissettin, bazen karışık anlatsamda, gördün beni. Sessiz sakin halimin söylediklerini duydun.
Aç radyoyu. Spotify ya da Anghami de olur. Arkadaşlığımızın bir şarkısı olsun. Bir de adı. Adı olmasın. Nameless, no name bir hiçlik hali ve dahacası bu defa biz sahibi olmayalım , mal edinmeyelim - edinemeyelim bu dili. Kocaman bir bilinmezlik ki nehir debisi desen değil, su sesi desen değil, bulut pamukluğu da değil, göl durgunluğu, ormanların derin uğultusu, varlık algısı, yokluk sancısı da değil.
Anlayabildiğimiz, hiç konuşamadığımız, asla adlandıramayacağımız bir dil var aramızda. Sen boşuna arama, yeri geldiğinde o seni bulur. Beni de bulur. Cihan dostane bir yerdir, endişelenme bizi korur. Büyülü bir büyük olgu bu dil. Kimsenin değil.
Ama hepimizin.
Görüşürüz ✌️